Hayatta insanı yücelten şeyler çoğu zaman görkemli başarılar, yüksek unvanlar ya da maddi kazançlar değildir. Gerçek yücelik, insanın iç dünyasında verdiği sessiz mücadelelerde gizlidir. Bu mücadelelerin en büyüğü ise sabırdır. Sabır; sadece katlanmak, beklemek ya da susmak değildir. Sabır, insanın nefsini terbiye etmesi, duygularını ilahi bir dengede tutabilmesi ve içinden geçen fırtınalara rağmen gönlünü Allah’a yaslayabilmesidir. Herkesin bir şekilde sınandığı, bekletildiği, yıprandığı ya da hayal kırıklığına uğradığı anlar vardır. İşte o anlarda sabır, insanın kendine en yakın aynası olur. Ve insan, o aynada ancak gönlüyle bakabildiğinde hakikati görebilir.
Akıl çoğu zaman çözüm arar, yol planlar, mantığı önceler. Ama gönül… Gönül, hikmetin izini sürer. “FÜG” kitabında da anlatıldığı gibi, mihenk taşı akıl değil, gönüldür. Akıl bir meseleye razı olabilir ama gönül rıza göstermedikçe huzur gelmez. Çünkü gönül, Allah’ın en çok baktığı yerdir. Sabır da orada kök salar. Sabırla büyüyen her duygu, orada çiçek açar. Gülün dikenle birlikte var olması gibi, sabrın da içinde barındırdığı zorluklar vardır. Fakat sabredenin gönlünde açan o gül, yalnızca ona has bir kokuyla hayatı güzelleştirir.
İnsanlar günümüzde tahammülsüzlükle, öfkeyle, aceleyle kendilerini içten içe yıpratıyor. En küçük bir zorlukta “Ben sabır taşı mıyım?” diyerek nefsinin sesine kulak veriyor. Oysa sabır taşı olmak, bir kırılganlık değil; bir dirayet ve gönül gücüdür. Nefsini eğiten, hırsını terbiye eden, sözlerini seçerek konuşan insan, hakikatin yolcusudur. Peygamber Efendimiz’in (sav) “Yiğit dediğin öfkesine hâkim olandır” sözü, bu noktada bir pusula gibidir. Sabır sadece beklemek değil; bazen susmak, bazen konuşmamak, bazen de elinden geleni yapıp sonucu Allah’a bırakmaktır.
Tevekkül, sabrın kardeşidir. Birlikte yürürler. Bir insan çabalayıp, tüm imkânları kullandıktan sonra “Ya Rabbi, gerisini Sana bırakıyorum” diyorsa işte orada tevekkül başlar. Ve Allah, tevekkül edenleri sever. Bu teslimiyet, insanı yalnız bırakmaz. İçten edilen bir dua, gecenin sessizliğinde dökülen gözyaşı, sabrın en güzel meyvesidir. Mevlânâ’nın dediği gibi; “Sopayla kilime vuranın gayesi, kilimi dövmek değil, tozunu almaktır.” Allah da kuluna sıkıntı vererek onun gönlünü arındırır. Bu, bir ceza değil; bir temizliktir.
Şeytan, sabırsızlık anlarında hemen devreye girer. Nefsi kışkırtır, öfkeyi körükler. Dudaklardan dökülen her kelime artık sahibine değil, muhatabına aittir. Bu yüzden dervişler, sabrı sükûnetle bezemiştir. “Senden sana sığınırım Allah’ım” demeyi öğütlemişlerdir. Çünkü nefsini terbiye etmeyen, asla hakikate ulaşamaz. Tıpkı demirin, yine demirle şekillendirilmesi gibi; nefis de sabırla yumuşatılır, şekillendirilir. Bu da Allah’ın bahşettiği en büyük lütuftur. Ne meleklerde ne hayvanlarda olmayan sabır, sadece insana verilmiş bir nimettir. Aynı zamanda büyük bir imtihandır.
Sabrın sırrını bilen, hayatın her anında başka bir anlam görür. Kayıpta rahmeti, gecikmede hikmeti, ayrılıkta yeniden doğuşu hisseder. Hazreti Şems’in dediği gibi: “Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir… Kimimiz hikmeti anlayarak yumuşar, kimimiz ise sertleşerek çıkar.” Kalbi yumuşayan, Allah’a yaklaşır. Kalbi sertleşen ise dünya ile meşgul olur. Sabır da işte bu yumuşamanın en zarif halidir. O hâlde sabır, sadece zamanla değil; kalple öğrenilen bir ilimdir.
Sabır göstermenin anlamı, sorunlara teslim olmak değil; o sorunlarla mücadele edip, nihayetinde sonucu Allah’a bırakmaktır. Çabalamadan edilen sabır, tevekkül değil acizliktir. Ama çabayı gösterip “Ya Rabbi, hayırlısını ver” diyebilmek, imanın kemalidir. Ve bu sabır hali, yalnızca olayın başlangıcında gösterildiğinde makbuldür. Geciken sabır, çoğu zaman fayda etmez. Zaten sabrın büyüklüğü de burada saklıdır: Acının ilk anında gönlünü koruyabilmekte…
Sabırla beklenen şeyin sonunda gelen güzellik, sadece dünyevî bir rahatlık değildir. Asıl olan, ruhun ferahlamasıdır. Allah, sabredenlerin gönlünde öyle bir kapı açar ki oradan geçen kişi, dünyaya değil artık ahirete bakar. Ne üzülür, ne acele eder, ne de isyan eder. Sadece teslim olur. Ve bu teslimiyetle rahmetin kapısı aralanır.
“FÜG” kitabı, sabrı bir zorluk değil; bir hikmet olarak anlatır. Her kelimesinde sabrın izini, her paragrafında gönül terbiyesini hissedersiniz. Bu kitap, yalnızca okumak için değil; anlamak, hissetmek ve dönüşmek içindir. Çünkü sabır, bir yol değil; hakikatin ta kendisidir. Ve bu yolda yürüyen her gönül, sonunda aşkın kendisine varır.
Sabrımızın aşka dönüşmesi ile…